1.BABALIK DAVASI
4721 sayılı Türk Medeni Kanununda ana ile evlilik ve tanıma dışında, çocuk ile baba arasında soybağının kurulmasına ilişkin bir dava niteliğinde düzenlenen babalık hükmü düzenlenmiştir. (Türk Medeni Kanunu’nun 301 ve devamındaki maddeler) Evlilik dışında doğan çocuk ile baba arasındaki soybağının kurulması ve çocuğun hukuki düzenlemeler altında haklarının korunması amacıyla babalık davası kurumu düzenlenmiştir. Mahkemece verilen karar yenilik doğurucu bir karar olmasının yanı sıra çocuğun ana rahmine düştüğü lahzaya kadar geçmişe etkilidir. Bu hüküm herkese karşı etki doğuran bir hükümdür.
*Babalık davası için görevli ve yetkili mahkeme neresidir?
Soybağına ilişkin davalar, taraflardan birinin yerleşim yeri veya doğum sırasındaki yerleşim yeri mahkemesinde açılır. Babalık davalarında görevli mahkeme ise Aile Mahkemeleridir. Aile Mahkemelerinin olmadığı adli birimlerde Asliye Hukuk Mahkemeleri, Aile Mahkemesi sıfatıyla babalık davasına bakmakla yükümlüdür.
*Babalık davasını kimler açabilir?
Çocuk ile babanın arasındaki soybağının mahkemece belirlenmesini; evlilik dışı doğan çocuğun annesi, evlilik dışı doğan çocuk ve eğer ki çocuğa kayyım atanmış ise, kayyım tarafından açılabilir.
*Babalık davası kimlere karşı açılabilir?
Babalık davası, Türk Medeni Kanunu’nun 301. maddesinde belirtildiği üzere; babaya karşı açılmalıdır. Eğer baba ölmüş ise; dava babanın mirasçılarına karşı açılacaktır.
*Babalık davası kimlere ihbar edilmelidir?
Babalık davası kamu düzenini ilgilendiren bir husus olduğu için kanun koyucu bu davanın bazı mercilere ihbarını zorunlu kılmıştır. Türk Medeni Kanunu’nun 301. maddesinde göre; babalık davası, Cumhuriyet savcısına ve hazineye ihbar edilmelidir. Bu husus yargı makamları tarafından önemle üzerinde durulan ve kamu düzeninden olan bir husustur. Nitekim Yüksek Mahkeme vermiş olduğu bir kararda hazineye ve Cumhuriyet savcısına ihbar edilmeyen davada verilen kararın usul ve yasaya aykırı olduğu kanaatine varmıştır.
*Babalık davasında karine nedir?
Davalının, çocuğun doğumundan önceki üçyüzüncü gün ile yüzsekseninci gün arasında ana ile cinsel ilişkide bulunmuş olması, babalığa karine sayılır. Bu sürenin dışında olsa bile fiilî gebe kalma döneminde davalının ana ile cinsel ilişkide bulunduğu tespit edilirse aynı karine geçerli olur.
Eğer ki, davalı çocuğun babası olmasının olanaksızlığını veya bir üçüncü kişinin baba olma olasılığının kendisininkinden daha fazla olduğunu ispatlarsa karine geçerliliğini kaybeder. Böylelikle davalı ile çocuk arasında soybağı kurulmamış olur.
*Babalık davasında annenin mali talepleri neler olabilir?
Babanın çocuğu tanımaması ve annenin çocuğa bakmakla yükümlü olması anne açısından hem maddi hem de manevi olarak çöküntüye sebep olacaktır. Nitekim kanun koyucu bu husus düşünerek TMK’nun 304. maddesinde bu hususları düzenlemiştir. Maddeye göre anne aşağıdaki giderlerin karşılanmasını babadan talep edebilecektir:
Doğum giderleri,
Doğumdan önceki ve sonraki altışar haftalık geçim giderleri,
Gebelik ve doğumun gerektirdiği diğer giderler.
Kanun koyucu bu giderlerin karşılanmasını talep edilmesi halinde mümkün kılmıştır. Eğer anne dava sürecinde böyle bir talepte bulunmaz ise hâkim re’sen bu giderlerin karşılanmasına karar veremeyecektir. Bunun yanı sıra maddenin devamında, çocuğun ölü doğması halinde dahi bu giderlerin karşılanmasına karar verilebileceği belirtilmiştir.
*Babalık davasında zamanaşımı süreleri nelerdir?
Babalık davasında kanunun getirdiği hak düşürücü süreler mevcuttur. Buna göre; ilgililer tarafından sürelerin kaçırılması halinde artık babalık davası açılamayacaktır. Nitekim hak düşürücü süreye ilişkin Türk Medeni Kanunu 303. maddesinde düzenlemeler getirmiştir. Bu maddeye göre: ‘ Babalık davası, çocuğun doğumundan önce veya sonra açılabilir. Ananın dava hakkı doğumdan başlayarak 1 yıl geçmekle düşer. Çocuğa doğumdan sonra kayyım atanmışsa, çocuk hakkında bir yıllık süre, atamanın kayyıma tebliğ tarihinde, hiçbir kayyım atanmamışsa çocuğun ergin olduğu tarihte işlemeye başlar. Çocuk ile başka bir erkek arasında soybağı ilişkisi varsa, bir yıllık süre bu ilişkinin ortadan kalktığı tarihte işlemeye başlar. Bir yıllık süre geçtikten sonra gecikmeyi haklı kılan sebepler varsa, sebebin ortadan kalkmasından başlayarak bir ay içinde dava açılabilir ’ denilerek hak düşürücü süreler konusunda kanun koyucu açık bir düzenlemeye gitmiştir. Görüldüğü üzere kanunun düzenlemiş olduğu bu süreler kesin süreler olup hâkim tarafından re’sen dikkate alınacaktır.
Zamanaşımı hususunu ilgililer açısından inceleyecek olursak;
Anne açısından zamanaşımı: TMK 303. maddesinde de belirtildiği üzere annenin dava açma hakkı doğumdan başlayarak 1 yıllık süreyi kapsamaktadır. Şayet bu süre geçirilirse annenin dava açma hakkı düşecek ve dava açmak yalnızca kayyım veya çocuğun ergin olduğu tarihten itibaren çocuğun insiyatifinde olacaktır.
*Kanunun öngörmüş olduğu bu 1 yıllık süre hangi koşullarda değişiklik gösterebilir?
Bu husus Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nda 2001 tarihli bir kararında ele alınmıştır; ‘Babalık davasında, söz konusu 1 yıllık hak düşürücü sürenin geçmesinde, davalı taraf bir takım hileli davranış tutum ve olaylarla, örneğin ana ile evleneceğine dair vaatlerle ona güven vererek oyalamış ve bu nedenlerle, 1 yıl içinde dava açılmasını engellemiş ise, 1 yıllık süre geçmesine rağmen yine de dava açılması mümkündür’ denilmiştir.
Görüldüğü üzere Hukuk Genel Kurulu, hak düşürücü süre olan 1 yıllık sürenin davalının kötüniyetli hareketleri sebebiyle kaçırılması durumunda kesin süre niteliği taşımadığını beyan etmiş ve davacı anne ve çocuğu koruma amacı gütmüştür.
Kayyım açısından zamanaşımı: Eğer çocuğa kayyım atanmış ise kayyım, çocuğun haklarını korumak, gerekli tedbirleri almak ve gerekli başvuruları yapmakla yükümlüdür. Evlilik dışı doğan çocuk için kayyımlık görevi verilmiş kişi, babalık davası açmaya yetkili kişidir ve buna yönelik hukuki süreci başlatmakla mükelleftir. Fakat kayyımın da tabi olduğu hak düşürücü süre yine Türk Medeni Kanunu’nun 303. maddesinde düzenlenmiştir. Kayyım için hak düşürücü süre; kayyımlığın kendisine tebliğ edildiği günden itibaren 1 yıl geçmekle sona erecektir.
Çocuk açısından zamanaşımı: Eğer çocuğa kayyım atanmamışsa, çocuğun ergin olmasıyla birlikte babalık davasını açma hakkı başlayacaktır. Türk Medeni Kanunu’nun 303. maddesinde düzenlenmiş dava açma süresi yine çocuğun ergin olduğu tarihten itibaren 1 yıl geçmesiyle son bulacaktır.
Belirtmek gerekir ki, soybağının belirlenmesinde genellikle, kan grupları ile babalık araştırmaları, vücut ölçüleri orantılarına bakılarak babalık tayini (antropobiyometri), yüz ve vücut benzerliklerine göre babalık tayini (similarite), gebeliğin müddeti ile doğan çocuğun olgunluk derecesine ilişkin tıbbı muayene ile günümüzde en çok tercih edilen ve hakimin öngördüğü inceleme ve araştırmalarda ilk sıralarda yer almasıyla birlikte %100’e yakın, kesinlik veren DNA testi yöntemleri kullanılmaktadır.
Sonuç olarak; babalık davası açılırken zamanaşımı hususları dikkate alınmalı, talep edilecek mali kalemler irdelenmelidir. Bunun yanı sıra çocuğun hukuki statüsünün değiştirilmesi ve neticesinde yasal haklarına kavuşabilmesi için babalık davası yoluna gecikmeksizin mutlaka başvurulmalıdır.
Örnek Yargıtay Kararı: Yargıtay 2. Hukuk Dairesi 2010/4491 E. 2011/7014 K. 26.04.2011 Tarihli kararında;
Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen ve yukarıda tarih numarası gösterilen hüküm temyiz edilmekle evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü.
Babalık davası, soybağı ilişkisini kuşkuya yer bırakmayacak nispette açığa çıkarılması halinde kabul edilebilir. Hâkim bu davada maddi olguları re’sen araştırır ve kanıtları serbestçe takdir eder (TMK md.284/1) Türk Medeni Kanununun 284/2. maddesi gereğince, taraflar ve üçüncü kişiler soybağının belirlenmesinde zorunlu olan ve sağlıkları yönünden tehlike yaratmayan her türlü araştırma ve incelemeye rıza göstermekle yükümlüdürler. Davalı, hâkimin öngördüğü araştırma ve incelemeye rıza göstermezse, hâkim, durum ve koşullara göre bundan beklenen sonucu onun aleyhine doğmuş sayabilir.
Davalının, çocuğun doğumundan önceki üçyüzüncü gün ile yüzsekseninci gün arasında ana ile cinsel ilişkide bulunmuş olması babalığa karine sayılır. Bu sürenin dışında olsa bile fiili gebe kalma döneminde davalının ana ile cinsel ilişkide bulunduğu tespit edilirse aynı karine geçerli olur (TMK md.302/1-2). Bu karinenin geçerli olduğu halde, davalı çocuğun babası olmasının olanaksızlığını veya bir üçüncü kişinin baba olma olasılığının kendisininkinden daha fazla olduğunu ispatlarsa karine geçerliliğini yitirir (TMK md.302/3).
Davalı, 5.11.2009 tarihli oturumda davacıyla bir kaç defa cinsel ilişkiye girdiğini kabul ettiğine göre, yasanın 302. maddesindeki babalık karinesi geçerlidir. Yasa, çocuğun doğumundan önceki üçyüzüncü gün ile yüzsekseninci gün arasında veya bu sürenin dışında olsa bile fiili gebe kalma döneminde ana ile cinsel ilişkide bulunmuş olmayı, babalığa karine kabul ettiğine göre bu yasal karinenin aksini ispat yükümlülüğü davalıya düşer. Davalı, hakim tarafından öngörülen DNA araştırmasına rıza göstermediğine ilişkin bir beyanda bulunmamış, aksine bu yönde araştırma ve inceleme yapılmasını talep etmiştir. Mahkemece 10.9.2009 tarihli oturumda, DNA incelemesi yapılmasına karar verilmiş, bu yönde davalıya ihtarlı davetiye tebliği için karar oluşturulmuştur. Davalıya ara kararı gereğince çıkartılan davetiyede “DNA testi için hastaneye gitmek üzere 20 gün içinde mahkemeye başvurması gerektiği, aksi halde küçüğün babası olduğunu kabul etmiş sayılacağı ihtarı” yazılmış, bu davetiye 2.10.2009 tarihinde davalıya usulüne uygun olarak tebliğ edilmiş ise de, bu incelemenin gerektirdiği masraf ara kararında ve davetiyede gösterilmemiştir. Davalı davetiyede öngörülen süre zarfında mahkemeye başvurmuş olsa bile, yükümlü olacağı masrafın ne miktar olduğu davalı tarafça bilinmediği için, rıza beyanında bulunup bulunmayacağı o aşamada belirsizdir. Bu bakımdan davetiye Yasanın 284/2. maddesine uygun ve sonuç doğurucu nitelikte değildir. Takip eden oturumda davalı DNA testine rızasının olduğunu açıkça beyan ettiğine göre, davalının ana ve çocuğun DNA testi yaptırılarak adli tıptan rapor alınıp sonucuna göre hüküm kurulması gerekirken, eksik inceleme ile hüküm tesisi doğru bulunmamıştır.
Sonuç: Temyiz edilen hükmün yukarıda gösterilen sebeple ( BOZULMASINA ), işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oybirliğiyle karar verildi.
2.NİŞAN BOZMA
Nişanlanma, kadın ve erkeğin birbirleriyle evlenmek istediklerini karşılıklı olarak açıklamasıyla meydana gelen durumdur. Nişanlanmak; evliliğin bir önceki aşaması olarak tanımlanabilir. Yani nişanlanma aslında bir evlenme vaadi olup aile hukuku sözleşmesidir. Nişanlanmanın hukuki durumu ve nişan bozmasına göre sonuçları Türk Medeni Kanunu’nda geçmektedir.
Hukuken nişanlanma olarak sayılabilmesi için belli şartlar bulunmaktadır:
Öncelikle nişanlanmada, evlenme vaadi yok ise tarafların eylemi nişanlanma olarak sayılmayacaktır. Evlenme vaadinden kasıt, tarafların yazılı olarak birbirlerine evlenme vaadi bulunması değil, taraflar sözlü olarak evlenme iradelerini açıklamasıdır. Nişanlanma ile evlilik vaadinde bulunan taraflar, evlilik olmadığı takdirde birbirlerine cayma ya da ceza şartı konulamaz. (TMK M. 119)
Nişanlanmanın belli bir süre olması şartı bulunmamaktadır.
Nişanlanacak olan kişilerden birisi ya da her iki tarafın on sekiz yaşını doldurmaması halinde yasal temsilcisinin rızası ile nişanlanabilecektir.
Nişanlanmada kız isteme, yüzük takma, tören gibi prosedürlerin gerçekleşmesi şartı bulunmamaktadır. (Sözlenme ile nişanlılık arasında fark bulunmaktadır. Sözlenme, nişanlanmanın bir önceki aşamasıdır ve hukuki olarak kanunda bir karşılığı bulunmamaktadır.)
*Nişan bozma nedeniyle tazminat davasında görevli ve yetkili mahkeme neresidir?
Nişanın bozulması nedeniyle açılacak olan maddi ve manevi tazminat davasında görevli mahkeme aile mahkemeleridir. Taraflar arasında kurulan nişanlılık bağı, Aile Hukuku’ndan doğmaktadır. Bu nedenle taraflar arasındaki nişan bozma nedeniyle açılacak olan davalar aile mahkemelerinde görülecektir. Ancak aile mahkemelerin olmadığı yerlerde ise asliye hukuk mahkemeleri aile mahkemesi sıfatıyla görevli olacaktır.
Nişan bozulması nedeniyle açılacak olan maddi ve manevi tazminat davalarında yer yönünden yetkili mahkemesi ise Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na göre genel yetkili mahkemeler görevlidir. Kanunen özel yetkili mahkemelerde açılması şartı bulunmamaktadır. Bu nedenle manevi tazminat davası, davalının ikametgâhında açılmalıdır.
Nişanlılardan birisinin ölümü ya da her iki tarafın da anlaşarak haklı bir sebep ile nişanın bozulması gibi durumlarda nişanın bozulmasında bir kusur ya da haksızlık teşkil eden bir durum bulunmamaktadır.
Nişanlılığın Sona Ermesi Nedeniyle Tazminat Davası
Nişanlanma ile evlenmeye zorlanamaz. Her nişanlanma evlilik ile sonuçlanmamaktadır. Taraflar nişanlılığını diledikleri zaman sona erdirebilirler. Nişanın tek tarafın kusuru ile bozulmasıyla birlikte karşı taraf hem maddi hem de manevi açıdan belli bir sıkıntıya girecektir. Bu nedenle Medeni Kanun, nişanın bozulması neticesinde taraflara maddi ve manevi tazminat davası açma hakkı tanımıştır.
Nişanlanma, evlilik ile sonuçlanmadığı vakit nişanın bozulması nedeniyle tazminat davası açma hakkı bulunmamaktadır. Ancak nişanlılardan birinin haksız bir sebeple nişanı sona erdirmesiyle, zarar gören kişi nişanı haksız sebeple sonlandıran kişiden maddi ya da manevi tazminat isteme hakkına sahip olacaktır. (Tanzimat Davası açma hakkı yalnızca nişanın haklı bir sebep olmaksızın bozulması ya da bir tarafın kusuru yüzünden bozulması durumlarında doğacaktır.)
Nişanlanan ve nişan bozulması nedeniyle tazminat davası açacak olan nişanlı küçük ise açılacak olan davada yasal temsilcisi tarafından temsil olunacaktır.
Nişan Bozma sonucu Manevi tazminat talebi: Nişanın bozulması halinde manevi tazminat istenebilmesi için bazı şartlar aranmaktadır;
Öncelikle belirtmek gerekir ki nişan kişiye sıkı sıkıya bağlı bir haktır. Tek taraflı irade açıklamasıyla bozulabilir.
Nişanı bozulan kişinin kişilik hakları ihlal edilmiş olmalıdır.
Nişan bozan kişi kusurlu olmalıdır.
Tazminat isteminde bulunan kişinin nişanın sonlanmasında herhangi bir kusuru bulunmamalı ya da diğer taraftan daha az kusurlu olmalıdır.
Kusur ile zarar arasında illiyet bağı olmalıdır. Yüksek Mahkeme de bu konuda terk edilen tarafın, şeref ve namus duygularının yaralanmış olması, terk sebebiyle itibarının zedelenmiş olması gibi kıstaslara önem vermektedir. Terk edilen tarafın nişanın bozulması sebebiyle sadece üzüntü duyması manevi tazminat talep etmek için yeterli değildir. Doğal olan zaten bozulan nişan dolayısı ile tarafların üzüntü duymasıdır. Aksi düşünce hayatın olağan akışına aykırı bir durumdur.
*Kimler manevi tazminat talebinde bulunabilirler?
Manevi tazminat davası ancak nişanlılar arasında açılabilir. Manevi tazminat isteme hakkı kişiye sıkı sıkıya bağlı bir hak olduğundan küçük ya da kısıtlılar da yasal temsilcilerinin iznine ihtiyaç duymadan bu davayı açabilirler. Anne veya babalar manevi tazminat isteminde bulunamaz. Manevi tazminat talep edecek olan nişanlının ölümü ile mirasçılarına tazminat davası açma hakkı doğmayacaktır. Manevi tazminat talebinin mirasçılara geçmemesinin nedeni ise manevi çöküntüye uğrayan elem, acı duyan kişinin nişanlının kendisi olması nedenidir.
àManevi tazminat ödeme yükümlülüğü sadece nişanlanan taraflardadır. Yani nişanın bozulmasına sebebiyet veren nişanlının, babasına, annesine veya onlar gibi hareket edenlere karşı manevi tazminat davası açılamayacaktır.
*Manevi tazminatın miktarı neye göre belirlenir?
Manevi tazminatın miktarı hâkim tarafından takdir hakkı kullanılarak tayin edilecektir. Tarafların ekonomik ve sosyal durumuna, kültürel özelliğine göre miktar belirlemesi yapılacaktır.
*Manevi tazminat davasında zamanaşımı süresi var mıdır?
Hâkim genellikle manevi tazminatı uygun miktarda para olarak takdir eder. Bu sebepten ötürü açılacak olan manevi tazminat davasının zamanaşımı süresi bir yıldır. Nişanın son bulmasından itibaren bu süre işlemeye başlayacaktır. Nişanın bozulması nedeniyle açılacak olan manevi tazminat davası, nişan tarihinin sona ermesinden itibaren bir yıl içinde açılmalıdır.
Nişanlanma Sonucu Maddi Tazminat Talebi: Nişanın bozulmasından dolayı manevi tazminata ek olarak; bir de nişanın bozulmasından doğan maddi tazminat davası vardır. Nişanın tek bir tarafın kusuru ile son bulması halinde, kusursuz ya da daha az kusurlu olan diğer tarafın, anne ve babasının ya da anne ve babası gibi olanların uğramış oldukları maddi zararları karşılamak için kusurlu olan nişanlının ödemesi gereken miktar maddi tazminattır.
Nişanın bozulması halinde maddi tazminat istenilebilmesi için bazı şartlar aranmaktadır. Bunlar;
Taraflar arasında geçerli bir nişanlanma sözleşmesinin varlığı aranmaktadır.
Aynı zamanda tarafların arasında geçerli olan nişanlılığın sona ermesi mevcut olmalıdır.
Nişanın bozulması neticesinde dava açılacak olan kişinin nişanı bozmasında haklı bir nedeni olmaması, nişanı bozmada kusurlu olması gerekmektedir. Nişan bozulmasında haklı olarak gösterilebilecek davranışlara örnek vermek gerekirse; sadakatsizlik, aşırı kıskançlık, diğer nişanlının ailesine ya da akrabasına karşı hakaret etmek, kumar gibi kötü alışkanlıklar…
*Maddi zarar olarak talep edilebilecekler elerdir?
Nişanlılık döneminde evlenme amacı ile yapılmış olan harcamalar, katlanılan maddi giderler ve ev eşyası, nişan giderleri, gelinlik, davetiye gibi giderler yani nişan giderleri girer. Bunun yanında nişan töreni nedeniyle yapılan harcamalar da maddi zarar olarak talep edilebilir. Maddi tazminatın miktarına harcamalara ve tüm bu giderlere uygun bir bedel olarak hâkim karar verecektir.
*Maddi tazminat davasını kimler açılabilir?
Kusursuz olan nişanlı ya da diğer tarafa nazaran daha az kusurlu olan taraf veya kusurlu olan tarafa diğer kişinin annesi, babası ya da onlar gibi davranan kimseler maddi olarak zarara uğramış ise tazminat davası açmaya hakkı bulunmaktadır. Fakat kusurlu olan nişanlının anne ve babasına karşı maddi tazminat davası açılamaz.
ðMaddi ve manevi tazminat talebi ile nişan bozma sonucu açılan davada, davacı davasındaki dayandırmış olduğu vakıaları ispatlamak zorundadır. Davasını ispatlayamayan davacının açmış olduğu dava, reddedilecektir. Bu nedenle nişan bozma sonucu dava açan nişanlı;
Öncelikle taraflar arasında geçerli bir nişanlılık olduğunu,
Nişanlanmadan haklı bir sebep olmadan dönüldüğünü,
Nişan bozmasında maddi bir zararın meydana geldiği ve maddi zarar ispatlanmalıdır.
*Nişan Hediyelerinin İadesinin Şartları Nelerdir?
Nişanlılık, evlenme dışındaki bir sebeple sona ererse, nişanlıların birbirlerine veya anne ve babanın ya da onlar gibi davrananların, diğer nişanlıya vermiş oldukları alışılmışın dışındaki hediyeler, verenler tarafından geri istenebilir. (TMK m. 122) Nişan hediyelerinin iadesi talebinde bulunabilmek için öncelikle alışılmışın dışında bir hediye verilmiş olması gerekir. Mahkeme hangi hediyenin alışılmışın dışında olduğunu tarafların mali ve sosyal durumlarına bakarak ve gerektiğinde bir bilirkişi görevlendirerek tayin edecektir.
Nişan hediyelerinin iadesi için, nişanın evlilik dışında bir sebeple sona ermesi de şarttır. Bu kapsamda nişanlı eşin ölümü, gaipliği, başka birisi ile evlenmesi gibi durumlarda alışılmışın dışında hediyelerin iadesi mümkündür. Maddi ve manevi tazminattan farklı olarak hediyelerin geri iadesi kusurlu olma şartına bağlanmamıştır. Bu sebeple nişanın bozulmasında kusurlu olan nişanlı ya da anne-babası veya onlar gibi hareket edenler de verdiği hediyeleri geri isteyebilir.
Nişan için verilen alışılmışın dışındaki hediyelerin, MK 122 gereğince aynen veya misliyle iadesi gerekir. Ancak hediyelerin aynen veya misliyle iadesi mümkün olmadığı takdirde sebepsiz zenginleşme hükümleri uygulanacaktır.
-Yargıtay 3 Hukuk Dairesi 2005/6843 E. , 2005/7705 K. , 11.07.2005 tarihli kararında;
“ Davada nişanın haksız yere bozulması nedeniyle,7 adet burma bilezik, 1 kol saati, 15 çeyrek altın, 8 tepsi baklava, 1 mont, 2 takım elbise, 100.000.000 lira orkestra ve 200.000.000 lira taksi ücreti, 600 dolar para olmak üzere toplam 4.790.000.000 liralık hediyelerin aynen iadesi, olmazsa bedelin tahsili istenilmiş, mahkemece hediyeler mutad (alışılmış) kabul edilerek davanın reddine karar verilmiştir…
Ancak … yerleşik Yargıtay uygulamasına göre; kullanılmakla isteyen ya da tüketilen eşyaların mutad hediye kabul edilerek iadesine karar verilemez ise de, altın ve ziynet eşyaları mutad dışı hediye kabul edilerek iadesine karar vermek gerekir. Aksinin kabulü davalı nişanlının haksız zenginleşmesinin kabulü anlamına gelir ki hukuken haksız iktisap korunamaz. O nedenle, nişanlıya verildiği kabul edilen altın ve ziynet eşyaları yönünden davanın kabulü gerekirken, yanılgılı değerlendirme sonucu bunlar yönünde de davanın reddi doğru görülmemiştir.”
3.BOŞANMA
*Boşanma dava türleri nelerdir?
Boşanma davası genel olarak; Çekişmeli boşanma davası ve anlaşmalı boşanma davası olarak ikiye ayrılır.
*Anlaşmalı boşanma nedir?
Evlilik kurumunu sonlandırmak isteyen eşlerin, boşanma konusunda anlaşmaya vardıkları dava türüdür. Aynı zamanda çiftlerin boşanma kararıyla beraber nafaka, tazminat, mal rejimi, velayet gibi hususlarda da uzlaşmaya varmış olmaları gerekmektedir. İlgili protokolün sadece kanuna uygun olarak düzenlenmesi yeterli olmayıp, Eşler ayrılmak istediklerini mutlaka hâkim huzurunda tekrar beyan etmelidir. Anlaşmalı boşanma Türk Medeni Kanun’unda 166. Madde de düzenlenmiştir. Anlaşmalı boşanmak isteyen eşlerin bu yolu tercih edebilmeleri için gerekli olan şart evliliklerinin tam 1 yılı doldurması gerekir. Evlilikleri tam 1 yılı doldurmamış olan çiftler anlaşmalı olarak boşanamazlar. Ancak bu durum eşlerin çekişmeli boşanma davası açmasına engel teşkil etmez. Anlaşmalı boşanma eşlerin ayrılmak için başvurabilecekleri en kısa ve uygun yoldur. Anlaşmalı boşanma davasını kimin açacağı önemli değildir. Yetkili mahkeme Aile Mahkemesidir.
*Çekişmeli boşanma davası nedir?
Çekişmeli boşanma davasında ise taraflar arasında kimin daha kusurlu olduğunu, nafaka, velayet, ev eşyalarının paylaşımı, maddi ve manevi tazminat gibi konularda anlaşamayan tarafların dava yolu ile çözüme kavuşturmaları olarak tanımlanabilir. Çekişmeli boşanma davası, genel ve özel boşanma sebepleri olmak üzere bu iki sebebe dayandırılarak dava açılabilir;
Genel Boşanma Sebepleri: Geçimsizlik, evlilik yükümlülüklerini yerine getirmeme, hakaret, şiddet, güven sarsıcı hareket gibi birçok konu genel boşanma nedeni olarak kabul edilir.
Özel Boşanma Sebepleri: Özel boşanma sebepleri kanunda sınırlı olarak sayılmıştır. Bunlar;
Zina (Aldatma) Nedeniyle Boşanma Davası (TMK m. 161 ),
2. Hayata Kast, Pek Kötü veya Onur Kırıcı Davranış Nedeni ile Boşanma Davası (TMK m. 162),
3. Suç İşleme ve Haysiyetsiz Hayat Sürme Sebepleri ile Boşanma Davası (TMK m. 163),
4. Terk Sebebi ile Boşanma Davası (TMK m. 164) ,
5. Akıl hastalığı Bedeniyle Boşanma Davası (TMK m. 165),
6. Evlilik Birliğinin Sarsılması ile Boşanma Davası (TMK m. 166).
A. Fiziksel Şiddet
B. Psikolojik Şiddet
C. Ekonomik Şiddet
D. Cinsel Şiddet
Türk Medeni Kanunu 161-165. Maddeleri arasında düzenlenen özel boşanma sebeplerinin varlığının ispat edilmesi durumunda Mahkeme boşanmaya karar vermek zorundadır. Özel boşanma sebebinin ispatlanması boşanma kararı verilmesi için yeterlidir.
Özel boşanma sebeple ve genel boşanma sebeplerinin farklı hukuki sonuçları mevcuttur. Özel boşanma sebebinin varlığı halinde, taraflar birbirlerinin kusurlu olduklarını ispatlamak zorunda olmayıp, yalnızca özel bir boşanma sebebinin varlığını ispatlaması yeterlidir. Fakat genel boşanma sebebinin varlığı halinde, iki taraf da birbirlerinin kusurlu olduğunu ispatlamak zorundadır.
Boşanma davası hem özel hem de genel boşanma sebebine dayandırılarak açılmış olabilir. Böyle bir durumda, mahkeme, genel ve özel sebepler hakkında ayrı ayrı karar verebilir.
-Yargıtay 2. Hukuk Dairesi 2017/2992 Esas, 2017/8145 Sayılı Kararında; “Davacı-karşı davalı erkek karşı dava dilekçesinde “kadının zinası” ve “evlilik birliğinin temelinden sarsılması” sebeplerine dayalı olarak boşanma talebinde bulunmuştur. Bu durumda davacı-karşı davalı erkek boşanma sebebi olarak hem zina (m.161) hem de evlilik birliğinin temelinden sarsılmasını (m.166/1)göstermek suretiyle özel ve genel boşanma sebeplerine birlikte dayanmak suretiyle dava açmıştır. Mahkemece evlilik birliğinin temelinden sarsılması hukuki sebebine dayalı olarak boşanma kararı verilmiş, zina sebebiyle açılan boşanma davası yönünden olumlu ya da olumsuz bir karar verilmemiştir. Mahkeme, tarafların talep sonuçlarıyla bağlı olup; her bir talep hakkında ayrı ayrı verilen hükmü, kararın sonuç kısmında göstermesi gerekir (m.26). O halde davacı-karşı davalı erkeğin zina hukuki sebebine dayalı boşanma istemi hakkında olumlu ya da olumsuz bir hüküm kurulması gerekirken, bu husus üzerinde durulmadan karar verilmesi bozmayı gerektirmiştir.”
Makalemizde, çekişmeli bir boşanma davasına esas teşkil eden özel boşanma sebepleri ile genel boşanma sebeplerini sırasıyla ayrıntılı bir şekilde inceleyeceğiz.
Genel Boşanma Sebepleri
Ortak hayatı sürdürmeleri eşlerden beklenmeyecek derecede evlilik birliğinin temelinden sarsılması halinde, eşlerin her biri çekişmeli boşanma davası açabilirler. Genel boşanma sebepleri özel boşanma sebepleri gibi tek tek saymak mümkün olmayacağı için, farklı sosyal, ekonomik, kişisel, kültürel, dini ve benzeri gibi nedenler boşanma davasının konusu olabilirler.
Genel boşanma sebeplerinde eşlerin ortak hayatı sürdürmeleri kendilerinden beklenemeyecek derecede sarsan her türlü eylem, olgu olarak bu davaya konu edilebilir. Genel boşanma sebepleriyle açılan boşanma davasında mutlaka karşı tarafın kusuru ispatlanmalıdır. Tarafların ileri sürdükleri vakıaları ispat etmesi durumuna göre, hakim taraflara atfedilecek kusur oranlarını belirler ve bu kusur oranlarına göre; davayı kabul ya da ret edebilir.
Evlilik birliğini temelinden sarsan vakıalar kanunda tek tek sayılmadığı için Yargıtay İçtihatları ile bazı vakıaların evlilik birliğini temelden sarstığı kabul edilmiştir.* Yargıtay’a göre evlilik birliğinin temelinden sarsılması gerekçesiyle boşanma kararı verilmesi gerektiği kabul edilen bazı vakıalar şunlardır;
Güven sarsıcı davranışlar,
Eşin ev işlerini yapmaktan kaçınması,
Cinsel ilişkiden kaçınma,
Eşinin bağımsız konut isteğine duyarsız kalma,
Eşi doğal olmayan cinsel ilişkiye zorlama,
Evlilik sırlarının başkalarına anlatılması,
Eşlerin çocuklarının bakımı, eğitimi vs. ilgilenmemesi,
Eşlerin aile bireylerine kötü davranması ve hakaret etmesi,
Eşini sevmediğini beyan etmesi,
Eşini sevmediğini beyan etme,
Eşin ahlaksızlıkla itham edilmesi,
Aşırı borçlanma sebebi ile icra takibine maruz kalma gibi sebepler Yargıtayca kabul edilen genel boşanma nedenleridir.
Türk Medeni Kanun’un 166. Maddesinin 3. Ve 4. Fıkrasında iki durumu özel olarak düzenlemiştir:
Evlilik sürecinin en az 1 yıl sürmüş eşlerin anlaşmalı boşanma davası açması, evlilik birliğinin temelinden sarsıldığını gösterir. (TMK m. 166/3)
Ortak hayatın yeniden kurulamaması sebebiyle boşanma davası açılması halinde evlilik birliğinin temelinden sarsıldığı kabul edilir. (TMK m. 166/4).
Ortak hayatın yeniden kurulamaması nedeniyle çekişmeli boşanma davası şartları şunlardır:
Boşanma sebeplerinden herhangi biriyle açılmış bulunan davanın reddine karar verilmesi ve bu kararın kesinleştiği tarihten başlayarak üç yıl geçmesi hâlinde, her ne sebeple olursa olsun ortak hayat yeniden kurulamamışsa evlilik birliği temelden sarsılmış sayılır ve eşlerden birinin istemi üzerine boşanmaya karar verilir. (TMK m. 166/4)
Madde metninden de anlaşılacağı gibi herhangi bir boşanma sebebine dayanılarak açılan boşanma davasının red edilmesi durumunda, bu red kararının üzerinden en az üç yıl geçmiş olması ve bu süre içerisinden her ne sebeple olursa olsun ortak hayatın yeniden kurulamadığının ispatı durumunda hâkim boşanmaya karar vermek zorunda kalacaktır.
Tarafların geçici bir süreliğine ancak ortak hayatı yeniden kurma iradesi gütmeden bir araya gelmiş olmaları ortak hayatın yeniden kurulduğu anlamına gelmemektedir. Boşanma davasını açan taraf, kesinleşme kararından itibaren geçen 3 yıllık sürede ortak hayatın yeniden kurulamadığını ispat etmesi boşanma kararı verilebilmesi için yeterlidir.
Üç yıllık süre asgari süredir. Dolayısıyla bu süreden daha kısa bir süre için ortak hayatın kurulamadığının ispatı, boşanma için yeterli olmayacaktır. Ancak bu süreden daha fazla bir süre geçmiş olmasına rağmen ortak hayat yeniden kurulmuş ise daha sonra bu sebebe dayanılarak boşanma davası açılamayacaktır.
Örneğin; kesinleşmiş bir boşanma kararı üzerinden 4 yıl geçmiştir. Taraflar 5. yılda bir araya gelmiş ve ortak hayatı yeniden kurmuşlardır. 6. yılda tarafların evliliklerinde tekrar sıkıntı yaşanmaktadır. Taraflardan biri ilk dört senede TMK m. 166/4 göre ortak hayatın yeniden kurulamaması sebebine dayanarak boşanma davası açamayacaktır.
Özel Boşanma Nedenleri
1. Zina (Aldatma) Nedeniyle Çekişmeli Boşanma Davası (TMK m. 161)
Zina nedeniyle boşanma davası, uygulamada özel boşanma nedenleri arasında en sık açılan dava türüdür. Zina; eşlerden birinin, karşı cinsten eşi dışında biri ile kurduğu cinsel ilişki olarak tanımlanabilir. Zina, aile birliğinde eşlerin birbirlerine karşı sadakat yükümlülüklerinin açık bir ihlalidir. Zinanın kelime anlamında her ne kadar cinsel birleşmenin gerçekleşmesi sonucu çıksa bile, Yargıtay teşebbüs aşamasında kalan, zina yapıldığını uyandıran olayların bulunması durumunda da zina sebebine dayalı açılan boşanma davasının kabulü gerektiğini kabul etmektedir.
Yargıtay 2. Hukuk Dairesi, 2013/17864 karar sayılı içtihadında; “Davalı-karşı davacı (kadın)’ın ortak konuta erkek aldığı, bu şahsın banyoda yarı çıplak vaziyette gizlenmiş halde bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu vakıa mahkemece de sabit kabul edilmiştir. Kadının, yalnızken bir başka erkeği ortak konuta alması ve bu şahsın yarı çıplak vaziyette gizlenirken yakalanması zinanın varlığına delalet eder. Bu bakımdan zina kanıtlanmıştır. Davacı-karşı davalı kocanın çekişmeli boşanma davasının zina sebebiyle kabulü gerekir.”
*Zina sebebi ile boşanma davası açma süresi nedir?
Zina sebebi ile çekişmeli boşanma davası açma süresi, diğer eşin zina olayını öğrenmesinden itibaren altı ay ve her halükarda zina eyleminin bitmesinden itibaren beş yıldır. Bu süre hak düşürücü bir süredir. Hak düşürücü süre geçtikten sonra sadece zina sebebine dayalı olarak açılacak boşanma davalarının reddi gerekmektedir. Ancak, zina ve genel boşanma nedenlerine aynı anda dayanılarak dava açılmışsa bu durumda zina için hak düşürücü süre geçse bile, zina ispatlandığı takdirde zina sebebiyle değil, ortak hayatın temelinden sarsılmış olması nedeniyle boşanma kararı verilmelidir.
*Zina nedeniyle boşanma davasında affın sınırları nelerdir?
Zina sebebi ile eşini affeden eşin dava hakkı yoktur. Af, örtülü ya da açık olabileceği gibi sözlü ya da yazılı da olabilir. Zina sebebi ile açılmış bulunan davadan feragat etmek de af niteliğinde olup, aynı olaylara dayanılarak boşanma davası açılmasına engel teşkil eder. Eşlerden birinin zina gerçekleşmeden önce zinaya izin vermesi, af niteliğinde olmayıp ancak fiil gerçekleştikten sonra af mümkün olabilmektedir. Ancak, zinaya açıkça izin veren ya da zina esnasında sessiz kalarak, örtülü olarak onay veren eşin, genel boşanma sebeplerine dayanılarak açılacak boşanma davasında davaya itiraz etmesini, Yargıtay, hakkın kötüye kullanılması olarak kabul ederek boşanma kararı verilmesi gerektiğini belirtmiştir.
-Yargıtay 2. Hukuk Dairesi 2009/19948 Esas, 2010/20775 Karar, 13.12.2010 tarihli içtihadında; “Davacının sadakat yükümlülüğüne (TMK. m. 185/3) aykırı davrandığı, davalının (koca) da aile içinde gerçekleşen bu durumu öğrendiği halde, kayıtsız kaldığı anlaşılmaktadır. Bu halde taraflar arasında ortak hayatı temelinden sarsacak derecede ve birliğin devamına imkan bırakmayacak nitelikte bir geçimsizlik mevcut ve sabittir. Gerçekleşen olaylara göre, davacı (kadın) daha fazla kusurlu ise de davalı (koca) da kusurlu olup, davalının davaya itirazı hakkın kötüye kullanılması niteliğinde olup, evlilik birliğinin devamında davalı ve çocuklar bakımından korunmaya değer bir yarar kalmamış, Türk Medeni Kanununun 166/2. maddesi koşulları oluşmuştur. Öyleyse davacının boşanma davasının kabulü ile tarafların boşanmalarına (TMK m. 166/1-2) karar verilmesi gerekirken isteğin reddi doğru bulunmamıştır.”
*Zina nedeniyle manevi tazminat talep edilebilir mi?
Zina sebebi ile açılan boşanma davalarında diğer eş zina yapan eşten tazminat hukukunun genel esaslarına göre manevi tazminat talep edebilir.
*Zina nedeniyle boşanma davasında velayet hakkı kime verilir?
Çocukların velayeti genel hükümlere göre belirlenir. Başka bir anlatımla çocukların velayetinin zina yapan eşe verilmesi çocukların daha yararına ise mahkeme çocukların velayetini zina yapan eşe verebilir. Hukuken sadık bir eş olmak ile iyi bir ebeveyn olmak farklı kavramlar olarak kabul edilmektedir.
Hayata Kast, Pek Kötü veya Onur Kırıcı Davranış Nedenleri ile Boşanma Davası
(TMK m.162)
Hayata Kast: Eşlerin birbirlerinin yaşama hakkına karşı kasıtlı olarak yaptıkları eylemlerin tümünü kapsar. Burada önemli olan kasıtlı bir hareket ile öldürme iradesinin ortaya konulmasıdır.
Pek Kötü Muamele: Eşe acı çektiren, eziyet veren, bedeni ve ruhsal sağlığını bozan davranışlar bütünüdür. Hangi eylemin pek kötü muamele olduğunu somut olayın özelliklerine göre hâkim takdir edecektir. Yargıtay kararlarında; dövme, mahzene kapatma, aç ve susuz bırakma, bilinçli olarak bulaşıcı hastalık bulaştırma, işkence etme gibi hareketler pek kötü muamele olarak kabul edilmektedir.
Onur Kırıcı Davranış: Yargıtay içtihatlarında ağır derecede onur kırıcı hareket olarak kabul edilen bu eylemin, eşi, toplum içinde, 3.kişilerin huzurunda aşağılama, küçük düşürme, hakarette bulunma ve sövme olarak ortaya çıkmaktadır. Kızgınlık ve şaka yollu ile söylenen söz, eleştiri gibi davranışlar ağır derecede onur kırıcı davranış olarak kabul edilmemektedir. Bir davranışın bu madde kapsamında boşanma sebebi olarak kabul edilebilmesi için ağır derecede onur kırıcı bir davranış olması gerekir.
*Hayata kast, pek kötü muamele veya onur kırıcı davranış sebebi ile boşanma davası açma süresi nedir?
Hayata kast, pek kötü veya onur kırıcı davranış sebebi ile dava hakkı eşin boşanma sebebini öğrenmesinden başlayarak altı ay ve her hâlde bu sebebin doğumunun üzerinden beş yıl geçmekle dava hakkı düşer.
*Hayata kast, pek kötü veya onur kırıcı davranış nedeniyle boşanma davasında affın sınırları nedir?
Hayata kast, pek kötü veya onur kırıcı davranış sebebi ile eşini affeden diğer eşin dava hakkı yoktur. Af, örtülü ya da açık olabileceği gibi sözlü ya da yazılı da olabilir. Bu dava sebeplerinden birisinin meydana gelmesi halinde eşin savcılığa suç duyurusunda bulunma hakkı da vardır. Ceza soruşturması şikâyetçi eşin talebi nedeniyle sona erdirilse bile, bu durum şikâyetçi eşin boşanma davasında eşini af ettiği anlamına gelmez. Hayatına kast edilen eş ya da pek kötü veya onur kırıcı davranışa maruz kalan eş ceza davası açmasa veya açılan davada şikâyetten vazgeçse bile her zaman bu nedenlere dayanarak çekişmeli boşanma davası açabilir.
3.Suç İşleme ve Haysiyetsiz Hayat Sürme Sebepleri İle Boşanma Davası (TMK m. 163)
Eşlerden biri küçük düşürücü bir suç işler veya haysiyetsiz bir hayat sürer ve bu sebeplerden ötürü onunla birlikte yaşaması diğer eşten beklenemezse, bu eş her zaman çekişmeli boşanma davası açabilir (TMK 163).
Küçük Düşürücü Suç; Toplum nazarında kişiyi utandıran, aşağılayan ve yüz kızartan suç demektir. Hırsızlık, dolandırıcılık, rüşvet, hileli iflas, uyuşturucu madde kullanmak ve ticaretini yapmak vb. gibi suçlar küçük düşürücü suçlara örnek olarak verilebilir. Belli bir ideolojiyi savunmak anlamında yapılan siyasi açıklamalar, gösteri, yürüyüş ve toplantılar Ceza Kanunu anlamında suç teşkil etse bile küçük düşürücü suç olarak kabul edilmemesi gerekir.
Bir suçun yüz kızartıcı, küçük düşürücü suç olup olmadığını her somut olayın özelliklerine göre hâkim takdir etmektedir. Örneğin: adam öldürme suçunun hangi saik ve şartlarda işlendiğine bakmak gerekir. Eğer ki meşru müdafaa kapsamında bu suçların işlenmişse bu durumunda küçük düşürücü suç olarak değerlendirilmemesi gerekir. Aynı şekilde hırsızlık suçunun zaruret halinden kaynaklanmış olması durumunda küçük düşürücü suç olarak kabul edilmemesi gerekir.
-Yargıtay 2. Hukuk Dairesi 2014/20560 Esas, 2015/4947 Karar Sayılı içtihadında; “Davalının, on iki yaşında bir kız çocuğuna cinsel tacizde bulunduğu, suçu sabit görülerek bundan dolayı ceza aldığı yapılan soruşturma ve toplanan delillerden anlaşılmaktadır. Dava Türk Medeni Kanununun 163. maddesinde yer alan “küçük düşürücü suç işleme” sebebine dayanılarak açılmıştır. İşlenen suçun niteliğine göre davacının dava açması karşısında onunla birlikte yaşaması kendisinden beklenemeyeceği açık ve tartışmasızdır. Boşanma sebebi gerçekleşmiştir. Davanın kabulü gerekirken, isteğin reddi doğru görülmemiştir.”
Haysiyetsiz Hayat Sürme; basit bir ifade ile namus, şeref ve itibar değerlerine aykırı bir yaşam tarzı benimseme ve ona göre yaşamını devam ettirme olarak açıklanabilir. Bu yaşam tarzının süreklilik arz eden bir yaşam tarzı olması gerekir. Ayyaşlık, genelev işletmeciliği, kumarbazlık haysiyetsiz hayat sürme olgusuna örnek olarak verilebilir.
-Yargıtay 2.Hukuk Dairesi 2011/1829 Esas, 2011/23825 Karar Sayılı İçtihadında; Davacı kocanın boşanma davası münhasıran “haysiyetsiz hayat sürme” sebebine (TMK md. 163) dayanmaktadır. Haysiyetsiz hayatın varlığından söz edilebilmesi ve bu sebeple boşanma kararı verilebilmesi için, başkalarıyla ilişkinin bir yaşam tarzı olarak benimsenmiş ve bu şekilde yaşamanın devamlılık göstermesi gerekir. Davalı-davacı kadının bir başka erkekle cep telefonu ile konuştuğu ve mesajlaştığı toplanan delillerle ve dinlenen tanık beyanlarıyla anlaşılmaktadır. Gerçekleşen bu eylem koca bakımından, eşiyle birlikte yaşamayı çekilmez hale getirirse de haysiyetsiz yaşam olarak kabul edilemez. Öyleyse davanın reddi gerekirken, yetersiz gerekçe ile Türk Medeni Kanunu’nun 163. maddesindeki boşanma sebebi sabit kabul edilerek yazılı şekilde hüküm kurulması doğru bulunmamıştır
Küçük düşürücü suç işlenmesi veya haysiyetsiz hayat süreme hukuki sebeplerine dayalı boşanma davası her zaman açılabilir. Yukarıdaki boşanma sebeplerinin aksine eşlerden birisinin diğer eşi affetmiş olması, bu sebebe dayanarak boşanma davası açmasına engel teşkil etmez. Af olsa bile bu sebeple boşanma davası açılabilir
4.Terk Sebebiyle Çekişmeli Boşanma Davası (TMK m. 164)
Türk Medeni Kanun madde 164’te terk sebebi ile çekişmeli boşanma davası düzenlenmiştir.
*Ortak Konutun terk edildiği sayacağımız sebepler nelerdir?
Bunlar; eşlerden birinin evlilik birliğinden doğan yükümlülüklerini yerine getirmemek maksadıyla ortak konutu terk etmesi, ortak konutta bulunmayan eşin haklı bir sebebi olmadan ortak konuta dönmemesi, eşlerden birinin diğerini ortak konutu terk etmeye zorlaması, eşlerden biri, diğer eşin, haklı bir sebep olmaksızın ortak konuta dönmesini engellemesi, terkin en az altı ay kesintisiz sürmüş ve halen devam etmekte olması, usulüne uygun olarak ihtar yapılmasına rağmen terk eden eşin haklı sebebi olmadan ortak konuta dönmemiş olması şartlarının birlikte gerçekleşmesi gerekir.
*Usulüne uygun bir ihtardan bahsedilebilmesi için Yargıtay’ın kriterleri nelerdir?
Eşin terk eylemi üzerinden en az dört ay geçmiş olması gerekir. İhtarda, davet edilen evin açık adresi, davet eden eş evde bulunmayacak ise anahtarın bulunacağı yer belirtilmelidir. Davet edilenin yol gideri ihtarname ile gönderilmelidir. İhtarda, ihtara 2 ay içinde uyulması aksi durumda bunun doğuracağı sonuçların neler olduğu açıklanmalıdır.
Ø Terk Sebebine dayalı olarak açılacak boşanma davasında usulüne uygun olarak bir ihtarname göndermek dava şartıdır. Bu sebeple usulüne uygun olarak ihtarname gönderilip gönderilmediğini, ihtarnamenin kanuni unsurları taşıyıp taşımadığını hâkim re’sen dikkate alır.
-Yargıtay Hukuk Genel Kurul 2012/686 Esas, 2013/67 Karar Sayılı İçtihadında; “…İhtar isteğinde bulunabilmenin koşulu; boşanma davası açmak için belirli sürenin (dördüncü ayının) bitmesi yani, eşin terk eyleminin üzerinden en az dört ay geçmiş olmasıdır. Bu halde mahkemece verilecek ihtar kararında; davet edilen evin açık -ayrıntılı- adresi gösterilmeli, davet eden eş evde bulunmayacaksa evin anahtarının bulunduğu yer belirtilmeli; davet edilenin yol gideri konutta ödemeli olarak gönderilmeli ve özellikle davete iki ay içinde uyulması gerektiği, aksi halde bunun doğuracağı sonuçların neler olduğu, açıklanmalıdır…”
İhtarname ile ortak konuta dönen eşin kusurlarını diğer eşin affettiği ya da en azından hoşgörü ile karşıladığı kabul edilir. Bu sebeple ihtarname gönderen eş, diğer eş ortak konuta döndükten sonra ihtarnamedeki sebeplere dayanarak boşanma davası açamaz.
Terk eden eş ihtarname kendisine tebliğ edilmeden boşanma davasını açması durumunda boşanma davasının doğal sonucu olarak ayrı yaşama hakkına sahip olur. Ancak ihtarname kendisine tebliğ edildikten sonra boşanma davası açması durumunda bu boşanma davası terk olayını haklı kılmayacağı gibi terk eden eşe ayrı yaşama hakkı da vermez.
Terk, mutlak boşanma sebeplerinden olup ayrıca terk sebebi ile ortak yaşamın çekilmez hale gelmesine gerek yoktur. Terk, evlilik birliğinden doğan yükümlülüklerini yerine getirmemek maksadı ile yapılması gerekir. Geçici olarak ya da diğer eşin rızası ile ortak konuttan ayrılan eş terk etmiş sayılmaz (askere gitmek, tedavi için başka şehre gitmek vs).
Terk sebebi ile gönderilen ihtarnamenin samimi olması gerekir. İhtarname gönderen eşin bağımsız bir ortak konut oluşturmadan haklı sebeple ortak konutu terk eden eşini davet etmesi, ortak hayatı inşa etme hususunda samimi olmadığını gösterir. Terk eden eş haklı sebebe dayanarak ortak konutu terk etmiş ise davet eden eş bu sebebi ortadan kaldırmadığı sürece diğer eşin ortak konuta dönmeme ve boşanma davası açma hakkı vardır. Örneğin, kaynanası ile yaşayan, şiddet gören, hakaret edilen eşin ortak konutu terk etmede haklı sebebi ortadan kaldırılmadan ihtara rağmen ortak konuta dönmeme hakkı bulunmaktadır.
Terk sebebi ile çekişmeli boşanma davası hak düşürücü süreye tabi değildir. Terk nedenine dayalı çekişmeli boşanma davası Her zaman açılabilir.
Akıl Hastalığı Sebebiyle Çekişmeli Boşanma Davası (TMK m. 165)
Eşlerden biri akıl hastası olup da bu yüzden ortak hayat diğer eş için çekilmez hâle gelirse, hastalığın geçmesine olanak bulunmadığı resmî sağlık kurulu raporuyla tespit edilmek koşuluyla bu eş boşanma davası açabilir. (TMK 165)
Akıl hastalığı sebebi ile boşanma davasının dinlenebilmesi için bu akıl hastalığının evlilik süresi içinde ortaya çıkmış olması gerekir. Evlenmeden önce eşlerden birisinin akıl hastalığına yakalanmış olması durumunda TMK m.145 belirtilen mutlak butlan nedeniyle evliliğin iptali davası açılabilir.
Eşlerden birisinin evlilik süresi içerisinde yakalandığı akıl hastalığının resmi sağlık kurulu raporu ile tespit edilmiş ve akıl hastalığının evlilik ilişkisinin devamı diğer eşten beklenmeyecek derecede etkilemesi gerekir.
Akıl hastalığı sebebi ile genel boşanma sebeplerine dayanılarak boşanma davası açılamaz. Akıl hastalığına yakalanan eşin hastalığı sebebi ile yapmış olduğu ve ortak yaşamı çekilmez kılan kusurlu hareketler iradi olmadığından kusur atfedilemez. Bu nedenle akıl hastalığı sebebi ile açılacak boşanma davası ancak mutlak boşanma sebeplerine (TMK 165) dayanılarak açılabilir.
Akıl hastalığı sebebine dayanan boşanma davası her zaman açılabilir. Herhangi bir hak düşürücü süre bulunmamaktadır.
Hayata Kast, Pek Kötü veya Onur Kırıcı Davranış Nedenleri ile Boşanma Davası (TMK m. 162)
Hayata Kast: bir eşin diğer eşin yaşam hakkına karşı yönelik kasıtlı fiillerinin tamamını kapsar. Eşin fiilinden sonra diğer eşin yaralanması şart olmayıp önemli olan kasıtlı bir hareket ile öldürme iradesinin ortaya konulmasıdır.
Pek Kötü Muamele: Eşe eziyet veren, acı çektiren bedeni ve ruhsal sağlığını bozan davranışlardır. Hangi eylemin pek kötü muamele olduğunu somut olayın özelliklerine göre hakim takdir edecektir. Yargıtay kararlarında; dövme, mahzene kapatma, aç ve susuz bırakma, bilinçli olarak bulaşıcı hastalık bulaştırma, işkence etme gibi hareketler pek kötü muamele olarak kabul edilmektedir.
Onur Kırıcı Davranış: Yargıtay içtihatlarında ağır derecede onur kırıcı hareket olarak kabul edilen bu eylemin, eşi, toplum nezdinde aşağılama, küçük düşürme, hakarette bulunma ve sövme olarak ortaya çıkmaktadır. Bir davranışın bu madde kapsamında boşanma sebebi olarak kabul edilebilmesi için Ağır Derecede Onur Kırıcı bir davranış olması gerekir. Kızgınlık ve şaka yollu ile söylenen söz, eleştiri gibi davranışlar ağır derecede onur kırıcı davranış olarak kabul edilmemektedir.
Hayata kast, pek kötü veya onur kırıcı davranış sebebi ile dava hakkı eşin boşanma sebebini öğrenmesinden başlayarak altı ay ve her hâlde bu sebebin doğumunun üzerinden beş yıl geçmekle dava hakkı düşer.
Hayata kast, pek kötü veya onur kırıcı davranış sebebi ile eşini affeden diğer eşin dava hakkı yoktur. Af, örtülü ya da açık olabileceği gibi sözlü ya da yazılı da olabilir. Bu dava sebeplerinden birisinin meydana gelmesi halinde eşin savcılığa suç duyurusunda bulunma hakkı da vardır. Ceza soruşturması şikayetçi eşin [şikayetten vazgeçme] talebi nedeniyle sona erdirilse bile, bu durum şikayetçi eşin boşanma davasında eşini af ettiği anlamına gelmez. Hayatına kast edilen eş ya da pek kötü veya onur kırıcı davranışa maruz kalan eş ceza davası açmasa veya açılan davada şikayetten vazgeçse bile her zaman bu nedenlere dayanarak çekişmeli boşanma davası açabilir.